4 Eylül 2014 Perşembe



Paçama dolanmış aşkımı kırmızı tabanlı ayakkabılarımın sivri topuğuyla sıyırıp attım. Bir yandan eteğimi uçurmak için adeta çabalayan rüzgarla boğuşurken bir yandan da yüzümden aşağı yarışan gözyaşlarımı kontrol etmeye çalışıyordum.

Aslında benim sorunum tam olarak da buydu. Kontrol manyağı olmak. Çocukken de böyleymişim - annemin sağlam delil olarak sunabileceği video kayıtları var. Bunca yıldan sonra değişmeyen bundan sonra değişir mi bilmem. Çok umudum var mı diye sorarsanız - dürüst olmam gerekirse, hayır yok. 

Üstüme yoktu sıkıldığım anda ilişkilerimi bitirmekte fakat 'O' farklı oldu. Bilmiyorum neden ama onun ruhunu kontrol edemedim. Bu sefer ben onu değil - o beni bitirdi. Önce o koştu, yoruldu - sonra da ben. Yarışı berabere bitirdiğimizi anladığımızda başlamıştı her şey. 

Buluşacağımız ilk gündü. Beklemiştim o soğuk günde arabaların vızıldayarak, bazen de korna çalarak geçtiği caddenin kenarında bilmem ne kadar. Aramıştım sayısız kere. Açan olmamıştı. Mesaj atmıştım. Cevap gelmemişti. İçim parça pinçik olmuştu. "İşte yaptıklarımın acısını çekiyorum" diye düşünmüştüm. Kırdığım kalplerin hesabı soruluyordu. Tam da oracıkta yargılanmış ve cezam kesilmiş gibiydi adeta. Benim olmalıydı o. Kafamda aptal ve karmaşık sorularla öylece elimdeki telefona bakakalmıştım. "Hasiktir, aşığım ben!" diye kendi kendime şaşırıp sinirlenmiştim. Adam bana saçma salak anlamsız bir mesaj atmıştı ama ben yine de onu görmek istiyordum. O an "Beni bilmem kaç saat bekle, ondan sonra geleceğim" diye mesaj bile atsa bekleyecektim ha(!), buna emin olabilirsiniz.

Nasıl bir hastalıktı bu Tanrım, nasıl bir karmaşa, nasıl bir güçtü ki dünyanın en inatçı insanı olan beni bile alt etmişti! Ağlayarak eve girdiğimde sessizce oturup saatlerce telefonumun çalmasını bekledim. Evet evet! Aynen Hakan Altun'un "telefonunnn başındaa çaaaresiz bekliyorumm" modundaydım, kabul ediyorum. Saatler sonra gelmeye başlayan mesajlara hiç aldırmıyormuşum edasıyla cevap bile atmıyordum ama bilin ki, geberiyordum! Bu sefer bir mesaj kesmezdi çünkü, benden kendi ağzıyla özür dilemeliydi. İki tuşa basarak değil.

İşte beklediğim o an gelmişti. Akşamın bir vakti İstanbul'un ortasında o güzel İzmir'li adam bana aşık olduğunu telefonun diğer ucundan haykırmıştı... O anda gözlerimin mutluluktan dolup taştığını hala hatırlıyorum... Üzerinden 7, belki de 8 yıl geçti ama ben hala o serseri, deli, yakışıklı, güzel gözlü, mükemmel dudaklı adama sırılsıklam aşığım...